Josef StalinVikipedi, özgür ansiklopediGit ve:
kullan,
araYosif Stalin (asıl adıyla
Gürcüce:
ნამდვილი გვარი ჯუღაშვილი İosif Visarionoviç Cugaşvili) (
1879 -
1953),
1922'den,
1953 yılındaki ölümüne kadar 31 sene boyunca
SSCB'nın liderliğini ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin liderliği anlamına gelen Genel Sekreterliğini yapmıştır. Lakabı olan 'Stalin'
Rusça'da
çelik anlamına gelir.
İosif Cugaşvili,
21 Aralık 1879'da
Gürcistan'ın
Gori kasabasında doğdu. Babası kunduracıydı. Gençken girdiği papaz okulundan devrimci militanlara katılmak üzere ayrıldı ve
Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin
bolşevik kanadı saflarında yer aldı..
Uzun yıllar
Sibirya'da sürgünde kaldı.
1917 Şubat devriminden sonra sürgünden döndü. Aynı dönemde
İsviçre'den sürgünden dönen
Lenin'le birlikte çalışmaya başladı.
1917 Temmuz ayında
Lenin'in tekrar
Finlandiya'ya sürgüne gitmek zorunda kalması üzerine,
Sverdlov'la birlikte partinin yönetimini üstlendi.
Ekim Devrimi'nden sonra
Lenin'in başkanlığındaki
Sovyet hükümetinde Milliyetler Halk Komiseri oldu.
Lenin'in ölümünden az önce
Komünist Partisi genel sekreteri oldu. 1920-1930 arası sağ ve sol ideolojik mücadele sırasında suçlandı. Bu mücadelelerde binlerce insan sürgüne gönderildi veya görevden alındı. Bu sürgünler ve cezalandırmalar milli temelde değil, esas olarak ideolojik çizgiler üzerine oluyordu. Stalin'in ideolojik mücadele sırasında geliştirdiği görüşler ve siyaset, (özellikle muhalifleri tarafından)
Stalinizm olarak adlandırılır.
Dönemin en sert ideolojik mücadelesi
Leon Troçki'ye karşı sürdürülmüş ve
Leon Troçki'nin
1940 yılında
Meksika'da öldürülmesiyle
Bolşevik Partisi içinde sağ veya sol sapmayla suçlanan eski liderlerden bazıları hayatını kaybetmiştir.
Josef Stalin,
planlı ekonomi,
kollektivizasyon ve
endüstrileşme uygulamaları ile
1928-
1936 yılları arasında
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nde köklü dönüşümlerin gerçekleştirilmesini sağladı.Bunu yaparken Anti Komünist muhalefete karşı önlemleri arttırmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sırasında parti liderliği, hükümet başkanlığı ve Sovyet orduları başkomutanlığı görevlerini bir arada yürüttü.
1939'da
Hitler'in
Nazi Almanyası'yla
Molotov-Ribbentrop paktı diye de bilinen bir saldırmazlık anlaşmasını imzaladı. Bu anlaşma müzakereleri sırasında, Stalin,
Hitler'den,
Polonya'nın doğusu,
Finlandiya'nın güneyi,
Estonya,
Letonya ve
Litvanya'ya ilaveten
Türkiye'den de toprak istekleri olduğunu belirtti ve fakat diğer istediklerini aldığı halde
Türkiye konusunda başarısız oldu.
[1]Bu tartışmalı tarihsel dönemle ilgili olarak, Stalin'e düşman veya Stalin'den yana olan her iki tarafın da farklı tezleri vardır. Stalin karşıtlarının tezlerine göre, Hitlerle aralarındaki açıklanmayan gizli protokole bağlı olarak
Finlandiya,
Estonya,
Letonya,
Litvanya,
Romanya ve
Polonya'nin
Naziler veya Sovyetler tarafından işgalinin yolu açılmıştır. Stalin'in doğru yaptığını savunanlara göre ise,
1937'deki
Münih görüşmelerinde açıkça ortaya çıktığı gibi, İngiliz ve Fransız emperyalistleri ve dolaylı olarak da Amerikalılar, Nazileri kışkırtıyorlardı ve onların
Sovyetler Birliği'ne saldırısının önünü açmaya çalışıyorlardı. Bu amaçla
Avusturya'nın
Almanya'ya katılmasına (Anschluss) ve
Çekoslovakya'nın işgaline göz yummuş ve onaylamışlardı.Ne var ki, özellikle
Çekoslovakya'nın işgalinden sonra Sovyetler Birliği'nin
İngiltere ve
Fransa ile ilişki kurma çabalarına rağmen bu iki ülke Nazi tehdidini birlikte ortadan kaldırma girişimini reddetti. Böylece
Sovyetler Birliği, kendi sınırlarını güvence altına almak için bu protokolü imzaladı. Stalin'in amaçlarına göre,
Polonya ve
Baltık ülkelerinde oluşturulacak tampon bölgeler, Nazilerin
Sovyetler Birliği'ne ulaşmasını engelleyecekti. Böylece
1939 yılında
Nazi işgalinden sonra Sovyetler Polonya'nın kalan yarısını işgal edip
Estonya,
Litvanya ve
Letonya'yı sınırlarına kattı.
Finlandiya'ya saldırdı ve büyük kayıplar vermesine rağmen Mart
1940'da "kış savaşı' olarak bilinen bu savaşı da kazandı.
1941'de
Hitler'in Sovyetlere saldırması üzerine Stalin bu sefer müttefiklerin yanında yer aldı. Sovyetler Birliği'nin en ağır bedeli ödeyen güç olarak (24 milyon ölü) müttefiklerin yanında
Nazi Almanyası'na karşı kazandığı zafer uluslararası alanda gücünü artırdı.
Milyonlarca
Kırım Tatar Türklerini, Alman Ordularına yardımcı oldukları gerekçesiyle 1944'de
Sibirya'ya sürüp, yerlerine
Rusya'dan nüfus getirterek
Kırım'ı Ruslaştırdı. Ayrıca, 1944 yılında
Gürcistan Türkiye sınırında asırlardır yaşamakta olan
Ahıska Türklerini de
Orta Asya'ya sürgüne göndermiştir. Gene aynı yıllarda Kuzey Kafkasya'da
Çeçenistan ve
Dağıstan'da yaşayan Türkleri de Orta Asya'ya sürmüştür.
Ayrıca 2. Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra,
Türkiye'den
Kars,
Ardahan ve
Artvin vilayetlerini ve
İstanbul ve
Çanakkale Boğazlarında askeri üsler isteyince
[2],
Türkiye, 2. Dünya Savaşı'nın diğer galipleri olan
ABD ve
İngiltere ile ilişkilerini güçlendirmek için
Sovyet düzeni benzeri tek-partili
Milli Şeflik yönetiminden çok-partili
demokrasi düzenine geçmiş ve
1952 yılında
NATO'ya üye olmuştur.